Boşanma genel olarak bireyler tarafından da toplum açısından da bir felaket gibi yorumlanır. ‘Boşanmak için evlenmedik.’ sıkça dile getirilen bir durumdur. İnsanlar boşanmayı başarısızlık olarak algılama eğilimindedir. Bir kere evlendim, o kadar emek verdim, düzelir diye bekledim, çocuklar var, çocuk olmasa zaten çoktan boşanmıştık gibi ifadeler, evliliğin devamına önemli bir anlam yüklendiği, boşanmanın hem taraflar, hem geniş aile, hem çocuklar hem de toplum tarafından olumsuz değerlendirilme korkusuyla negatif algılanmasına neden olur.
Boşanmak Başarısızlık mıdır?
Başarı genel tanımıyla bireyin hedef koyduğu bir duruma ulaşması olarak tanımlanabilir. Başarı daha çok kişisel bir meseledir, bazen gurup çalışmalarında da işbirliği içerisinde bir hedefe ulaşmak demektir. Ancak evlilik duygu zemini üzerine kurulmuş bir yaşam birlikteliğidir. Temelinde duygu olan hiçbir şeyin garantisi yoktur. Duygular değişebilir, dönüşebilir ve bitebilir. Bu anlamda duygular üzerine kurulmuş bir kurumun devamını başarı veya başarısızlık olarak algılamak yanlıştır. Kişi evlilik kurumunun gerekliliklerini yerine getirmiş ancak karşı taraftan yani eşinden aynı çabayı görememiş, bu nedenle evlilik tükenmiş olabilir. Böyle bir durumda da başarısızlıktan söz edemeyiz. İlişkide yine karşı taraftan gelen fiziksel, psikolojik, cinsel ya da ekonomik bir şiddete maruz kalan kişi de evliliği sonlandırma durumuna düşebilir. Burada yine kişisel bir başarısızlık söz konusu olamaz. Özellikle Avrupa ülkelerinde; ‘Hastalıkta, sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya kadar..’ şeklinde devam eden sözlerle evlilik bireyler tarafından en başta ölüme kadar sürmesi planlanan bir sözleşme şeklindedir. Yine bizim ülkemizde benzer toplumsal beklentiler kişilere evliliğin ölüm ayırıncaya kadar sürmesi gerektiği fikrini dayatmaktadır. Dini nikahta boşanma durumunda, kadının başkasıyla evlenip boşanmasından sonra tekrar eski eşiyle evlenmesi söz konusudur ki bunda da boşanmayı zorlaştırmak hedeflenmiştir. Toplumsal olarak dul olma, dul kalma ve özellikle kadına ‘dul kadın’ damgasının vurulması ve farklı değerlendirilmesi yine boşanmanın olumsuz algılanmasına neden olmaktadır. Oysa ilişkilerin başlaması gibi bitmesi de doğal bir süreçtir ve bir felaket olarak değerlendirilmemelidir.
Boşanmak birisi tarafından bırakılmak mıdır?
Genel kanı bir tarafın diğer tarafı bıraktığı şeklindedir. Bizim klinik deneyimlerimiz, taraflardan her ikisinde de boşanma isteğinin aynı düzeyde olmadığıdır. Bir taraf daha tükenmiş ve boşanmaya daha çok istekliyken diğer tarafın evliliğin devamıyla ilgili çaba harcama isteğinin daha fazla olduğu çiftlerin sayısı, iki tarafında istekli olduğu çiftlerden daha fazladır.
Bırakılmış olmak, terk edilmiş olmak olarak algılanan bu tür durumlarda taraflardan birisi yoğun çaresizlik ve depresyon yaşamaktadır. Boşanmak isteyen tarafta eşini üzdüğü ve ona verecek herhangi bir duygusunun kalmaması dolayısıyla suçluluk hissetmekte bu da yine depresyonu tetiklemektedir. Oysa evlilikte kimse kimseden üstün değildir. Bir tarafın ayrılmak istemesini ‘bırakmak’ olarak algılamak, bırakan tarafın bıraktığı kişiden üstün olduğu yani kısacası onu aldığı ve boşanma sürecinde bıraktığı anlamına gelmektedir. Bu yine yanlış bir algıdır. Kimse kimseyi bırakmaz, bırakamaz. Bırakılma sendomu kişilerde değersizlik duygusunu tetiklediğinden, boşanmayı bırakılmak değil evlenmek kadar doğal algılamak önemlidir. Kişiselleştirmemek, kişisel değerimize atfetmemek, boşanmış hiçbir bireyin sırf boşandığı için değersiz olmadığını unutmamak gerekir.
Başkası mı var?
İşlerin kötüye gittiği çoğunlukla dile getirilse de bazen taraflardan biri tarafından görmemezlikten gelinebilir. Bazen de özellikle yuvaya duygusal olarak daha çok emek veren kadın, herhangi bir sorunu dile getirmeden sonuna kadar susarak direnebilir. Bir süre sonra tükenen taraf ayrılma kararını eşine dile getirir. Ortada onca sorun varken, ayrılma kararını duyan taraf, bütün sorunları yok sayarak o kilit soruyu sorar. Başkası mı var?
Evlilik, çıkma ya da flört etme gibi değildir. Kişilere diğer tarafla ilgili göreceli bir garanti sunar. Özellikle çocukta olmuşsa eşler birbirini daha garanti görerek ilgi ve emek konusunda tamamen duyarsızlaşabilirler. Tartışmalarda daha özensiz davranabilir, sorunları görmezden gelerek üstünü örtebilirler. Bu durumda taraflardan biri diğerine göre daha fazla yıpranır. Bu durumu ‘tükenmiş eş sendomu’ olarak tanımlayabiliriz. Özellikle kadınlar, yani yuvaya kültürel değerler ve anne olma gibi faktörlerden dolayı daha çok emek verir ancak daha çok tükenir. Bir yerde tükenen taraf ayrılık isteğini dile getirdiğinde boşanma konusu bir başka ilişkinin varlığına bağlanabilir. Bu yanlış bir yargıdır. Kişi evliliğin bitiş nedenlerine odaklanırsa, bu yargıdan çok sorunlara odaklanıp çözme eğilimine giderse, boşanma kararı rafa kalkabilir.
Çocuk için evliliği sürdürmek ve boşanmayı reddetmek mantıklı bir çözüm müdür?
Çocuklar anne ve babanın birlikte olduğu sağlıklı bir aile ortamında, fiziksel ve zihinsel gelişimlerini daha sağlıklı tamamlarlar. Burada anahtar kelime ‘sağlıklı aile ortamı’ dır.
Genel kanı boşanmış ailelerinin çocuklarının ruh sağlığının bozulduğu şeklindedir. Oysa gerçek tam olarak bu şekilde değildir. Eğer anne baba sürekli çatışma, kavga, şiddet içeren davranışlar içerine giriyor ve çocuklar buna tanık oluyorsa bu aile ortamının sağlıklı olduğundan bahsedemeyiz.
Genel olarak çocuk düşünce yapısı benmerkezcidir. Küçük çocuğun zihninde etrafında olup biten her şeyin kendi yüzünden olduğuyla ilgili bir algı vardır. Bu algı sebebiyle, anne baba tartıştığında çocuk benim yüzümden diye düşünür. Bu durum çocukta korku, kaygı suçluluk duyguları oluşturur. Özellikle anneyi koruyamadığını düşünür ve kendisiyle ilgili olumsuz ve güçsüz bir benlik imajı gelişir. Ayrıca çocuklar evde olup biten olumsuzluklar yüzünden aileleri tarafından suçlanmaktadır. ‘Senin yüzünden baban kızdı’..’ senin yüzünden kardeşin düştü’…vb gibi. Hali hazırda egosentrik yani ben merkezci düşünen çocuğa bu tür suçlamalar geldiğinde çocuk kendisini suçlu ve değersiz hisseder. Bu durumda çocuğun sırf anne baba boşanmadı diye ruh sağlığının normal olacağından bahsedemeyiz. Bizim klinik gözlemimiz, yetişkinlerde yaşanılan birçok sorunun çocukluk döneminde gergin ve olumsuz aile ilişkilerine maruz kalmalarından kaynaklandığı yönündedir.
İlişkileri kötüye giden birçok çift, yeni bir çocuk sahibi olmaya karar verme eğilimine gitmektedir. Çocuğun ilişkilerini güçlendireceği ve boşanmayacakları yönündeki bu çarpık inanç birçok ilişkiyi daha da zorlaştırmaktadır. İlişki ilişkidir, çocuk sadece bir ilişkinin sonucudur, sebebi değil. Çocuk sahibi olunca stres ve sıkıntılar biraz daha çoğaldığından, zaten arası bozuk olan çiftin daha gergin bir ortamda daha olumsuz bir ilişki yaşama riskleri yüksektir. İlişkiyi kurtarmak için çocuk yapmak, ya da çocuklar için ilişkiyi bitirmemek, bir süre sonra yaşanan her olumsuz durumda çocuğun ebeveynlerce bilinçdışı suçlanmasına neden olabilir. Çocuklar olmasa çoktan boşanmıştık diyen bireyler, farkında olmadan çocuklara kötü davranma eğilimine gidebilirler.
Boşanma sürecinde çocuklar için ne yapılmalıdır?
Boşanma kararı kesinleştiğinde, bu durumdan çocukların en az düzeyde etkilenmesi için ebeveynlerin son derece hassas davranması gerekmektedir. Çocuğun bütün koşulları, nerede ve hangi ebeveynle yaşayacağı, hangi okula gideceği gibi konular tamamen netleştirildikten sonra, çocuğa bu karar iki ebeveyn tarafından güven duyduğu bir ortamda birlikte açıklanmalıdır. Çocuğun soruları belirsiz bırakılmamalıdır. İki farklı evde dilediği zaman iki ebeveynle vakit geçirebileceği bir ortam sağlanmalıdır. Boşanan taraflar birbirini çocuğa karşı kötüleyecek konuşmalardan uzak durmalıdırlar. Kardeş varsa ve çocuk kardeşinden ayrılacaksa bu konudaki bütün soruları ve kaygıları giderilmiş olmalıdır.
Boşanmamak için şiddet ve aldatılma affedilmeli midir?
Şiddet ve aldatılmanın psikolojik bir kısır döngüsü vardır. Şiddet uygulayan ya da aldatan taraf bu eylemden sonra çok pişman olur. Eşine inanılmaz itina gösterir. Özürler diler, hediyeler alır, sözler verir yeminler eder.. Buna maruz kalan taraf eşinin pişmanlığını görüp bir şans daha verdiğinde, şiddet ve aldatma tekrar ortaya çıkar.
Bu kısır döngünün ortaya çıkmaması, şiddet uygulayan eşin destek görmesi, öfke kontrolü konusunda destek alması, tedavi edilmemiş bir depresyon olasılığının düşünülmesi ve mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Şiddet hoş görülmemelidir, çünkü hali hazırda hoş bir davranış değildir.
Sorun aldatmaysa, aldatan tarafın aldatmanın nedenlerini çok iyi anlatması gerekir. Belirsizlik yok edilmelidir, neden olduğu anlaşılırsa neden olmayacağı da anlaşılır. ‘Şeytana uydum’ gibi belirsiz açıklamalar, huzursuz ve gergin ortamın devam etmesine neden olur, çünkü bir daha şeytana uyulmayacağının garantisi yoktur. Nedenler anlaşılır ve sorunlar çözülürse yeniden aldatma olmayacağı konusunda bir güven ortamı yaratılmış olur.
Aldatılan taraf için affetmek ve terk etmek gibi iki seçenek vardır. Kişi affedemiyor ama aynı zamanda eşini terk edemiyorsa bu iki kişi içinde son derece olumsuz bir durumdur. Eğer ilişki devam edecekse aldatan tarafın mutlaka güven verici davranışlar, ilgi ve özen göstererek eşinin kendisini affetmesine destek olması gerekir.
Aldatılma ve şiddet affedilemiyor ve tekrar etme olasılığı yüksekse boşanma bir felaket değil bir çözümdür. Hiçbir ilişki kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığından daha değerli değildir. Bu nedenle aldatılmaya ya da şiddete maruz kalan taraf sorun çözülmediğinde boşanmalı ve sağlığına evlilik ilişkisinden daha çok değer vermelidir.
Psk. Nur GEZEK